Herkesin mutlak bir HİÇ dediği anları vardır. Veya söylesen olmaz, sussan yüreğin bulanır da özlediğin birine gurur yapıp; HİÇ SENSİZ ÇEKİLMİYOR bu hayat diyemediğimiz anları yaşarız. O anlarda sanki acı/yakıcı baharatlar serpilir yüreğimize… Hani HİÇ dediğimiz o dakikalarda bir el yüreğimize uzanır, -kıvırır da kıvırır- bir burgu gibi…. O anı HİÇ yaşadınız mı sizler de? Hani gerçeği söyleyemediğin, duygularını naftalinleyip, gönül sandığına koyduğun anların vardır… SEVERSİN/KIZARSIN/NEFRET EDERSİN VS…VS… Çoğu zaman yutkunmak sorunda kalırsınız ya… Hani, o kişiyi üzmemek, kızdırmamak, kuşkulandırmamak, belki de gönüldeki sönmüş volkanları hareketlendirmemek adınadır o suskunluğunuz… Bir farklı HİÇ suskunluğunu yaşarız kimi zamanlarda…. Hani ihanetin hançerini saplayan kişi bir gün karşına çıkar da senin bilmediğini sanır; Bir de üstüne üstelik KDV’Lİ soru sorar NE VAR, NE YOK? diye… Bu yetmez, sırtlan gülüşüyle gözünüzün taa içine bakar da bakar…Sırtınıza sapladığı hançerin acısını öğrenmek ister. O haine, HİÇ BİR ŞEY YOK dersin, öfkeni zorunlu saklarsın. Oysa gönlünün deryasında boralar, tayfunlar yaşarsınız. Yahut da sevdiğine KAL GİTME diyememenin ağırlığı vardır üzerinizde… Yahut KEŞKELER gönlünüzün kilerinde birikmiştir… Ve yahut giden telefonda NASILSIN BENDEN SONRA? diye sorar… Sen o an, evet o an; derin bir iç çekersin, ardından İYİYİM İŞTE dersin… Aslında söylemek istediğin bu değildir. HİÇ İYİ DEĞİLİM diyemediğin üç sözcük vardır, ya… İşte asıl o koyar insana…
