Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

BURHANİYE’DE KIZILDERİLİ SERGİSİ

İnsan ruhunu denize benzetmekteyim. Kimi kez, lodosun denizi kabartıp kıyıları

İnsan ruhunu denize benzetmekteyim. Kimi kez, lodosun denizi kabartıp kıyıları alaboraya çevirmesi, sahile yakın kenti dağıtması gibi celalleniriz en ufak bir olayda. Ruhumuz lodos sonrası süt limandır; yorgun kentin sönükleşen ışıkları gibidir, ruhsal enerjimiz de minimal seviyelerde seyreder. Bazen kendi kendime de ters düştüğüm anlar oluyor, olmuyor değil tabi ki.. Böyle anlarda belki biri ve birilerinin gönlünü kırdığım da olmuştur. Kendime fazla geldiğim böylesi ruh hallerinde vicdanımla akıl arasında med-cezirler yaşarım. Son zamanlarda gönlümün kıyılarını dağıtan bazı insanlar olmuyor değildi; “yok efendim başörtüyü her kadın yedi yaşından sonra örtünmeli, namaz mutlak kılınmalı, yok efendim din iman elden gidiyor, okullarda 4x4x4 işte bu yüzden uygulanmalı, vb,” söylemler üzerimde aynı lodos etkisi yapardı. O anda ruhumu sükuta davet ederdim, ” ya sabır” tespihleri çekerdim. Topu topu bildiğimiz dualar okullarda ve ailelerimizden öğrendiğimiz kadardı. Üstelik okuyanlara da imrenirim, “nasıl ezberlemişler, “ diye de şaşarım. Bildiğim duaları okuduktan sonra beni yaratanla Türkçe konuşmayı daha çok seviyorum. Öyle ya, nasıl sessiz kaldığımız anlarda O içimizi okur, bilir, dünyadaki bütün dilleri de bildiğinden şüphe etmemek gerekir. Yine, yaşı seksenin üzerinde yazar bir ağabeyimizden zaman zaman bilmediklerimi sorup öğrenirdim. Bir gün şu soruyu sormuştum: “Allah’ın varlığına inanıyorum. Çünkü hiçbir şey yoktan var olamaz. O büyük gücün, enerjinin bir parçasıyız. Araçlar bile benzini bitince, yağı eskiyince alarm veriyor iken, bir insanın hiçbir yerden enerji almadan ayakta durması, hareket etmesi bizi yaratan ve ondan aldığımız enerjiyle yaşatan bir mucize değil midir?” “Tabi ki, bizi kendinden yarattı O.” “Peki, ona bizim teşekkür etmemiz gerekmez mi?” “Evet, hem de her an…” “Ben Arapça etmiyorum, kendi lisanımla ediyorum.” “En iyisini yapıyorsun kızım. Sana güzel bir dua öğreteyim mi?” “Lütfen!” “Allah’ım sev beni. Seveyim seni.” “Ne güzel ve sade bir dua! Sevgi her duygunun atası değil mi?” “Evet, güzel bir tanımlama. Bir dua daha öğrenmek ister misin kızım?” “Çok sevinirim. Lütfen!” “Allah’ım senin sevdiklerinle karşılaştır beni.” “Aa, ne hoş ve ne anlamlı!” Evrenin ve yaradılışımızın küçük sırlarını da açıklarken, mesela, ”Âdem Babamız zenci miydi, yoksa beyaz mı?” gibi sorulara yanıt alırken; zamanın ne çabuk geçtiğini anlamıyorduk. Onun evrensel sevgi bilinciyle herkesi kucaklamasına, bende olmayan sabrına ve donanımlı aklına hayrandım. Yaşının çok ilerisinde bir zekâya sahipti; sapla samanı ayırmasını bilen, sürekli kitap okuyup yazan biriydi. Onu ağzı açık dinler, her sözünü hafızama işlerdim. Çaylarımızı keyifle içerken, “Sana imamla mimarın hikâyesini anlatayım mı?” “Sizi zevkle dinlerim efendim,” dedim ve tüm dikkatimle hikâyeyi anlatmasını bekledim: “…Mimarın biri küçük bir kasabaya gelmiş. Caminin tam karşısındaki boş arsaya genelev inşa etmeye başlamış. Bunu duyan ve inşaatı gören imam ve kasaba halkı bu duruma şiddetle itiraz etmiş, etmiş ama yasalar karşısında sus pus kalmışlar. Zira arsa sahibinin tam yetki verdiği arazi üzerine mimar istediği iş yerini açabilirmiş. İmam ve cemaati dua değil her gün mimara beddua etmeye başlamışlar. İnşaat tam bitmek üzereyken bir mucize gibi gökten yıldırım düşmüş ve genelev yanmış, geride bir tuğla bile kalmamış. İmam ve cemaati duaları kabul oldu diye mutluluklarını saklamamışlar, ama bir süre sonra mahkemeden imam ve cemaatine celp gelmiş. Mimar imam ve cemaatini genelevin yanmasına dolaylı dolaysız sebep olduklarından dolayı maddi manevi tazminat davası açmış. Davanın sürecinde ilginç bir durum gözlenmiş. Cami ve cemaati mahkemede itiraz etmişler. Savunmalarında herhangi bir şekilde sorumlu olmadıklarını, aynı zamanda bu olayın kendi dualarından dolay yaşanmadığını söyleyip, kabul etmemişler. Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, Karar günü geldiğinde de davaya bakan hâkim dosyayı dikkatle incelemiş; “Bu konuda nasıl bir karar verebileceğimi bilmiyorum, ancak dosyadaki tutanaklarda ilginç bir durum var,” demiş. Hâkim bakışlarını kendisini izleyen imam ve kasaba halkına; “Suçladığınız mimar duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, sizlerse duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaatsiniz.” “Harikaydı! Ağzınıza sağlık efendim. İbret vericiydi.” Hikâyeyi öyle güzel anlatmıştı ki, bir an bitmediğini düşündüm. Sanki hikâyedeki karar veren hâkim bendim. Yaşlı yazar dostum gülümsedi: “Ya işte böyle kızım. Bir söz vardır bilir misin?” “Siz anlatırsanız bileceğim efendim,” “Deli alacadan, molla feraceden, veli de düşünceden hoşlanırmış.” “Harika bir söz, tamda günümüzde yaşadığımız sorunlarımızı özetliyor.” Mavi gözlerinde ki o manalı gülüşü asla unutmayacağım. Kıssadan hisselerle günün birkaç saatini geçirdikten sonra kendimi nehir boyuna verdim. Yol boyunca konuştuklarımızı düşündüm. Uzun ve detayları eliyordum adeta kafamda. Tek bir söz kalmıştı eve vardığımda. “Deli alacadan, molla feraceden, veli de düşünceden hoşlanırmış.” Emine PİŞİREN

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir