2011 senesinin bir hazanında Antalya’da gönül dostlarımızla yemekteydik; ailece güzel günlere kadeh kaldırıyorduk. Masamızda yaşça bizden büyük bir şair ağabeyimiz vardı. Öyle mutluydu ki, şairlerin şiirsel meşkinden… Hiç unutmam ona dedim ki; -“Belki, tam yanıt bulamadığım soruma siz yanıt verirsiniz.” Gülen gözleriyle baktı yüzüme: -”Haydi sor sor, nedir bilmecen?” dedi latif bir yanıtla. -” Kuran da Şuara Suresi’inde bir ayet varmış; ‘Şairler lanetlidir,’ diye… Hiç Allah, bir grubu lanetler mi? Nedendir bu lanetli ayet…?” Öyle bir güldü ki şairimiz, -”O Allah, işine karışılmaz haşa!.. Biliyor musun, şairler İblis’e bile pabucunu ters giydirmiştir. Şairlerin sözcükleri yürekten akar. Yüreğe sevgiyi üfleyen de Allah’tır. Şairler, yeryüzünde sevginin ölmesine izin vermeyen tek kişidirler. Sevginin kaybettiğini ve lanetlendiğini görmedim. Allah sevgiye sahip çıkanın yanındadır. Boş versene sen..!” Değerli büyüğümüz Ahmet Şairimiz, bu sözlerin ardından masasındaki rakı kadehini kaldırıp: “Dert etme sen. O meşk edeni zikir kabul eder, biz Ziya Paşanın sözüne kulak verelim,” dedi ardından da şu beyti okudu: “İç bade güzel sev var ise akl u şuurun Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun “ -“Haydin şerefe..!” dediğinde Beytin Türkçesini döktürdü “çın çın değil, can cana” dedikten sonra… -“Aklın ve bilincin varsa şarap iç, güzel sev; dünya varmış, yokmuş umurunda olmasın.” Okuduğu beyit Ziya Paşanın 12 bentten olşan terkib-i bent şiirine aitti. Masada sessizce bizi dinleyen başka bir büyüğümüz de kadehi kaldırıp: “Cânan gide rindân dağıla mey ola rîzan Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde “ diye döktürmesin mi? Diğer Cumhuriyet çınarımız az önce okunan beyitin, Türkçesini gülen dudaklarından hece hece okuyarak gönül soframızı şenlendirmişti… “Sevgili gitse, rintler -âşıklar- dağılsa, şarap dökülse… Böyle gecenin sabahından ne hayır umulur?” Yüreğimin sesini bir dua gibi fısıldamıştım: “Ziya Paşa adın gibiydin… Hala gönlümüzdesin. Işık içinde uyu…” Şerefe..!” * Sadi Şiraze’nin “Bülbülden vefa ummayın; çünkü her dem başka bir gül üzerinde öter.”söylemine çoğu kez tanık oluruz yaşamın çakıllı yollarında… Keşke günümüzde de Sadiler, Mehmet Emin Yurdakul’lar, Ziya Paşalar olsaydı, olsaydı da çarpıklıkları, kokuşmuşlukları, düşüncelerde bile gözü olanları böylesi tumturaklı “cuk” diye kişileri mumyalatacak gerçekleri dizeleriyle, beyitleriyle haykırsaydı. Öyle ya, kolay mıdır bir cana kıymak, bir yuvaya ateş düşürmek, bir ülkeyi ateşe verip yakmak… Boris Vian,” Kolay değildir; uğruna her şeyinizi verdiğiniz insana yabancı gibi bakmak.” demiş. “Uğruna” sözcüğü söylendiğinde her seferinde aklımda “VATAN” sözcüğü akisler çizer.. Ardından “57.alay” gelir… Bu vatan için canlarını feda etmeleri gözlerimin buğusunda yüzerler. Hüzün deryasını kulaçlarım…Kızarım kendime de,’Uğruna en nadide ve kıymet verdiğimiz tek önemli gerçek “canımız” değil midir?’ Peki, Gezi olayları öncesi ve sonrası ülkemdeki yanan ateşi kim söndürecekti? Can Ataklı, Orhan Bursalı ve İhsan Eliaçık Hocalarımızı dinledikten sonra daha da fazla statik elektrik yüklenmiştim. Üzgün ve yılgındım…Saatlerce dolaşmıştım. Avare gibiydim. İkindi güneşinde dinlediğim “Karanlıktan aydınlığa nasıl çıkarız?” adlı paneldeki konuşmaları aklımda tek tek süzüyordum. Nedense panalistlerin her biri benim gözümde Ziya Paşa gibiydiler. Bir beytinde; “Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi Hainlere amma ki riayet yeni çıktı.” Açıklaması:”Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı göstermek, Onları koruyup kollamak, onların emirlerine uymak yeni çıktı.” Diye iç sesini döktürmüştü, Ziya Paşa. Ne kadar da doğruydu. Ve ne kadar da günümüze uygun düşüyordu dizeleri. Emperyallere uyan bir yeni dünya düzeninde insanlık adeta yok olma aşamasına gelmişti. Kıyımlar, talanlar, hırsızlıklar, vs o kadar fazlalaşıp sıradanlaştı ki. Ziya Paşa yaşasaydı demez miydi? “Milliyeti nisyan ederek her işimizde Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı.” * Açıklaması:”Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak, Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.” * İhsan Eliaçık Hocamız panelde; “Biri bana geldi dedi ki; sende namaza dururken ALLAHUEKBER diye başlıyorsun namaza, ama Suriye’de adam keserlerken Allahuekber diyorlar. Bu nasıl iştir hocam’ dedi. Şimdi bu insanlara, ‘niyet asıldır, namaza durduğumdaki niyetim ALLAHUEKBER’dir, diye yanıt verdim. “ Konuşmasındaki mantıkla yıllar öncesi gözlerini bu dünyaya kapamış Ziya Paşa’nın yüreğindekilerle ne kadar uyuşuyordu. “Sadıkları tahkir ile red kaide oldu Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı” * Açıklaması:”Allah’a ve vatanına sadık olanları aşağılamak ve onları reddetmek kural hâline geldi, Hırsızlara ikramda bulunmak ve yardım etmek yeni çıktı.” * Epey saat geçmiş ki, topuklarım sızlayınca festival kalabalığından sıyrıldım. Ayaklarım bu kez de Cumhuriyet Meydanından Zeytinli parkına doğru yol aldı. Cafelerin parlak ışıklarıyla aydınlanmış Zeytinli parkında bir solukluk dinlenmek istemiştim. Beş yüz metre ileride 15.Zeytinli Kültür ve Sanat Şenlikleri hala devam ediyordu. Onur Akın’ın yanık sesi gecenin kollarına sığınır gibiydi. Az ötedeki tahta bankta iki siluet hareket halindeydi. Belli ki, tartışıyorlardı dün gece. Yüzleri seçilmiyordu. Cafelerin ve parkın ışıklarından yansımalar çınarları aşamamıştı. Onların gölgesinde kalmış, çiftin seslerini örtememişti. Tartışmalarına ister istemez kulak verdim. Ayrılmayı istemiyordu erkek. Kadınsa şiddetle “annen evden gitmezse bu ilişki devam etmez, valizimi alır bu evden giderim,” diyordu. Erkek ise; “Biraz daha sabırlı olmaz mısın? Görmüyorsun o çok yaşlandı: Üstelik de kalbinden ameliyat oldu. Onu nasıl yalnız bırakırım? Ha söyle, nasıl!.. Hayatta tek varlığım o…Benim annem o kadın, annem anlıyor musun? Onu bırakamam bu halde. Sende hiç mi vicdan yok, hiç mi söylesene be kadın, ha..!” O an kendimi erkeğin yerine koydum, koyar koymazda sanki içime korlar düşüverdi. Olur, muydu annesiz bir dünya? Yaşanır mıydı şefkatsiz kucaklar olmadan? Ah be kadın, cennet annelerin ayakları altında değil miydi? Neden itersin elinin tersiyle sana sonuna kadar açılacak o kapıyı? Sanki gönlüm ateşe oturtulmuş bir kazan, içinde de sarı sarı sıcağa yüz koymuş dertler… Yanıyorlardı. Onur Akın, sevgiye aç yanık sesiyle yanımda yer alıyordu: O an içimde mısır patlağı gibi “pat pat” sorular patlıyordu… Çift bu kez seslerini daha da yükseltmişlerdi: -”Gideceğim işte..!” -”Gidersen git, sana dur diyen i…ne olsun..” -”Çocukları da yanıma alacağım. Yüzlerini mumla da ararsan bir daha göremeyeceksin..!” -”Yok ya daha da neler!.. O çocukları almana izin veremem. Okulları burada… Yaşamlarını alt-üst etmene müsaade etmem. Hem, evet hem nasıl, yapacaksın bunu, öyle kolay mı sandın? Ben burada neyim ha, neyim? Eşsek başı mıyım? O çocukların babasııı… Babasıyım kadınnnn..!” -”Alayım da gör… Onları ben doğurdum… Onların her şeyi benim… Sen sabah gittin akşam geldin…” -”Alamazsın öyle şey yok..! Burası dağ başı mı? Adalet var kadın, adalet..! Adaletimiz buna izin verir mi sanıyorsun?” -”Ah ha ha..! Adalet öldü bayım, öldü… Mevlüdü de yapıldı. Sen uyuyor musun ha? Hem sana mı, bana mı inanır hâkim?” -”Sen ne demek istiyorsun be kadın, bak sabrımı taşırıyorsun..! Allahtan korkmasam, şu yüzün de kalmayacak… Ya sabır..!” -”Taşarsa ne yaparsın ha, ne yaparsınn? Hadi vur da göreyim..! Hemen rapor alır seni içeri attırırım..! Allah yarattı demem, bak Ergenekon’dakilere..! Onlardan daha beter içeride kalırsın. O kadın yüzünden bana şu yaptıklarına bak ya..!” -”Doğru yaparsın da… Tombala çeker gibi içeri de attırırsın… Nasılsa sizin partiniz başımızda, bulursun bir yandaş…Senin içine iblis girmiş, kadın… İbliss..! Ne söylediğinin farkında değilsin, SEN..! Dağıtmaya, yıkmaya çalıştığın yuvamız. Biz bugünler için mi, iki hayatı birleştirdik, ha söylesene? Hani bana çok sevdalıydın? Hani senin tek jokerindim şu yaşamda? Hani, bana ait her şey senindi?.. O kadın dediğin kişi annemdir, anladın mı kadın, annemm? O ne yaptı ki sana?Bir köşede oturur, torunlarını sever. Sesi bile çıkmıyor zavallının… Şunu o kafanın içine yerleştir. “O kadın” dediğin kişi,benim yaşamımda gurur duyabileceğim tek varlıktır…” -”Demek yaşamında tek varlığın annen, ha..? Bak şu an bile yaşamına ne beni ne çocuklarımızı katıyorsun… Yok, olmaz! Ben seninle imkânsız aynı çatı altında kalamam… Biletimi aldım yarın gidiyorum…” * Kendimi zor tutmuştum: Onların yanına gitmemek için duygularımın frenini sonuna kadar köklüyordum…. Aslında eve gitmek istiyordum. Uyumak ve unutmak istiyordum her şeyi….Ama nasıl? Onların önünden geçmek zorundaydım. Ya da gerisin geriye, Konser alanının olduğu yöne doğru gitmem. Üşendi ayaklarım. Hızla kalkıp önlerinden geçerken sustuklarını gördüm. Bir an yüzlerine baktım…Gençtiler daha… Ve her ikisinin de gözlerinde öfkenin şimşekleri çakmaktaydı. Dört adet ateş topu üzerime doğru çevrilmişti. Sustular… Suskun olmalarına sevindim… Kavgaya ara vermelerine ise, daha çok sevinmiştim… Nefes almaları sıklaşan çiftin önünde adeta mıhlanmıştım. Ayaklarım birer kurşun ağırlığındaydı… Bir türlü ilerlemiyorlardı. Onların bakışları hala üzerimdeydi. Bu kez utandım. Yüzüm ısınmaya başladı. Onları dinlediğimi anladıklarını biliyordum… Sesimi çıkartamadım önce… Yapışkan bir sıvı, örümcek ağları gibi boğazımda takılı kalmıştı. Yutkundum… Genzimdeki yapışıklığı hafiften öksürüp, yutkunarak temizledim. O an bir farklı andı. Pamuktan ince bir ipliğin üzerinde trapez yürüyüşündeydim sanki. Ayak başparmağı ve orta parmağı üzerinde hafifçe ilerleyen bir balerin kaygılarındaydım. Sanki usulca ilerlemezsem pamuk iplik tam da orta yerinden kopacaktı ve bende yere çakılacaktım. Aklıma gelenleri söyledim. Sözcükler uçuştular gecenin ışıklı alacasında… “…Günümüzde sevgiyi görmek, Hemen hemen imkânsız, Kimileri firar etti, kaçtı der. Desinler… O kaçmaz cesurdur, Kaçan hep öfke olmuştur. Sevgi mi nerde? Bana sorma, Kalbim onsuz sanki bir sarı çöldür… Aslında SEVGİ firarda değil, Bu dünyadan ebedi göç etti. “ Konuşmuştum işte..! Sesime yabancıydım şimdi…Uykudan kalkınca da sesim böyle tım-tırtıklı çıkardı. Dudaklarımdan dökülen sesimi ben bile tanıyamamıştım. Onlar hala suskundular. Bu kez yüzlerindeki ifadenin şekli değişmiş, yerini şaşkınlık ifadesi yerleşmişti. Başarmıştım işte..! Evet, şimdi de negatif elektriği karanlığa dağıtıyordum. Devam ettim: “Ben bir şairim… Yürek sesimi okumama izin verirseniz, size hediye etmek istiyorum. Zira şu an doğdu bu şiir.” Her ikisi de başlarını “evet- olur,” diyerek onay verdiler: “Ey sevgili! Hadi kolaysa yüzüme, bir yabancı gibi bak, Anılarımızın hatırını –yok- sayabilecek misin ki?” * Erkek;”Mümkün değil bu..!” dedi… Kadın;”Bende -yok sayamam,” dedi… Ben; “O halde anılarınıza sahip çıkın, zira onlar en kutsal hazinelerinizdir. Hazineniz tükenirse yoksullaşırsınız.” dedim. İkisi de “Haklısınız, şiir güzeldi. Teşekkür ederiz.” dediklerinde dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Çift şiirimi okurken el ele tutuşmuşlardı… Ama bunun farkında değillerdi… Uzaklaştım oradan… Eminim ki bu kez de SEVGİ kazanacaktı. Kibir ve öfkeden arınacaktı. Sevgiyi doğuşundan beri izlemekte olan, yolunu şaşıran sadakati, vefayı ve güveni yeniden kavuşacaktı. Çünkü; ” SEVGİNİN KABRİDİR, KİBİR VE ÖFKE.”
