Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

HIRSIZ KORKUSU BURHANİYELİ GENCİ MUCİT YAPTI

“Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir!” Yukarıdaki üç sözcüğü okur okumaz sarsılıyorum; sanki

“Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir!” Yukarıdaki üç sözcüğü okur okumaz sarsılıyorum; sanki kendimi, -hem öksüz, hem yetim- hissediyorum. Her nedense – ürperiyor- içim. Ben böylesi bir hüzün yüklenirken derinlerden bir ses duyar gibi oluyorum. Bir şair haykırıyor o anda güç kazanıyor ruhum: Yalnızlıktan sıyrılıyorum. “Fazla geldiyse size Hürriyet cumhuriyet Özlemini çekiyorsanız Saltanatın sultanın Hala önemini anlayamadıysanız Millet olmanın Kul olun Ümmet kalın Fetvasını bekleyin şeyhülislamın Unutun tüm dediklerimi Yıkın diktiğiniz heykellerimi RAHAT BIRAKIN BENİ..!” Şair: Süleyman Apaydın * İzmir Urla ADD Üyelerinin büyük bir titizlikle her ay ücretsiz yayımladığı Ekim 2012 tarihli –Mavi Bakış- adlı derginin 14. sayısının 2. ve 3. sayfalarında şu tümceler dikkatimi çekmişti: Atatürk’ün kendi eliyle yazdığı notların arasına sığıştırmakta fayda gördüğüm için alıntı yapmak istiyorum: (*)-Atürkçü Düşünce Derneği Urla Şubesi, kökleri Kuva-yı Milliye’ye dayanan bir dernektir… (*)- “Şalvarı şaltak Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/ Eken de yok biçen de yok / Yemede ortak Osmanlı” (Her yıl hasat döneminde köylünün ürününden 1/10 aşar vergisi alınırdı. Cumhuriyet kurulduktan 2 yıl – 1925- sonra bu vergi kaldırıldı.) (*)- “Adı Yemendir,/ Gülü çemendir,/ Giden gelmiyor,/ Acep nedendir?” (1869 senesinde zorunlu askerlik süresi 6 yıl, yedek askerlik süresi 14 yıl olarak belirlendi. 1916 yılında Osmanlı Uyruğunda olan herkes 45 yaşına kadar zorunlu yedek asker sayıldı. Cumhuriyetle birlikte zorunlu askerlik 24 ay olurken, günümüzde 15 aya düşürüldü.-) (*)- Son günlerde televizyon kanallarında THY’nın bir reklamı görünür oldu. Daha önceleri benzer bir reklamda bir türkü seslendirilirken, şimdi bir şarkımız değil; İstiklal Marşımız! VE DEVAM EDİYOR İÇ SIZLATAN TÜMCELER… (*)-“Bizler bu yaşımıza kadar İstiklal Marşımız okunurken, değil yürümek, değil gülmek –saçımızın teli oynayacak- diye içimiz giderek marşımızı okurduk. Ama bu reklamda Ulusal Marşımız THY’nın reklam müziği olarak kullanılacak kadar aymazlık sergilenmiş. Ayrıca neredeyse –oyun havası- yorumu gelmiş. İnsanlar gülerek izliyor.” VE HAKLI ULUSAL ONURUMUZU MAVİ BAKIŞ KORUYOR, SORGULUYOR… (*)- “Bir ülke bağımsızlığının sembolünü, devletinin, ulusunun onurunu nasıl böyle ayaklar altına alabilir? Bir ulus böyle bir onursuzluğa nasıl olur da müdahale etmez? Biz bu kadar aymaz nasıl olabiliriz? (*)“Hoş, Dicle Üniversitesi’nde marşımız okunurken ayağa kalkmayan, ama –ayağa kalkmadığı- bu marşın varlığı ile o üniversitede okuyabildiğini idrak edemeyecek kadar -cehaletin esiri- olan bu gençlerin yadırganmadığı bir ortamda, bu reklamı kaçımız yadırgadı? Merak ettim..! – Bu satırları inanın gözlerim yaşlı okuduktan sonra, Mavi Bakış Dergisi Yönetmenlerine telefon açıp, duyarlı oldukları ve bu konu hakkında yurttaşlarımızı bilgilendirdikleri için teşekkür ettim. Öyle ya, hiç uçağa binmeyen kişi nereden bilecek, nasıl duyacaktı İstiklal Marşımızın bir oynak türkü havasında yorumlandığını? Son yıllarda ülkemin yazılı basınında ve görsel medyada milli duygularımızı tırmıklayan yayımları okumaktayız. Bu yayımlar ulusal onurumuzu da incitmektedir. Neden ulusal onur? Geçenlerde yurtdışında yaşamakta olan bir yazım dostumuzdan mektup almıştım. Bir önceki mektubumda-Neden yazmıyorsunuz, unuttunuz mu bizleri yoksa?- diye sitemkâr olma hakkımı kullanmıştım. Öyle ya, aylarca yoktu. Sesi soluğu da kesilmişti. Nedendi bu sessizlik? Efendim, çok acıtan satırları buraya yazmış olsam, -konumuzdan uzaklaşacağız- düşüncesindeyim. Fransa’da yaşamakta olan bir heykeltıraş ve Almanya’da yaşamakta olan öğretmen arkadaşlarımın -sitemleri mi?- desem yoksa –umuda kurşun sıkmaları mı?- diye tanımlasam, bilemiyorum, ama size onların benzer, -yazmama savlarını- kısaca yazayım: “Yazmak içimden gelmiyor artık. Ülkemin başındakilerin yanlış siyaseti, Cumhuriyetimizin yara alması, Atamıza yapılan saldırılar, -resim ve heykellerinin- kaldırılması, vs biz yurtdışında yaşamakta olan Türk vatandaşlarını derinden üzmektedir; ayrıca ülkemizin geleceğinden endişe etmekteyiz. Umudumuz soldu. Ne yazayım yazım dostum, ne yazayım? Ulusal onurumuz inciniyor buralarda… Yazma iştahımız da kalmadı…Selam ve Saygıyla. H.B” – Ben yine de o dostumuza,”-yorgunsun biliyorum, haklısın, biz içeride siz dışarıda yıkıldınız; ama ben yine de -yazmaktan vazgeçmeyin- diyeceğim size… Zira gelecekten sorumluyuz, onlar bizlerin kalemiyle aydınlanmalılar, sakın yazmaktan pes etmeyin, yazın ki artalım, eksilmeyelim…” Ben bu paragrafları yazarken yine aklıma -Mavi Bakış Dergisi- takılıverdi. Parmaklarım titreyerek açtım sayfaları: Ve 14. sayısının sayfa 3’de “Bir Devrim Başkenti Ankara” diye başlık altındaki tümceleri okumaya başladım: (*)-13 Ekim 1923’te Ankara, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti ilan edildi. Bu yıl Başkent oluşunun 89. yılı. Bozkırın ortasında ülkemiz için bir vaha, bir canlılık merkezi oluşturuldu. Ama asılı neden, ülkemize yapılacak herhangi bir saldırıda başkentin ulus tarafından çevrelenerek güven altında tutulabilir bir coğrafyada olmasıydı. -İstanbul, Osmanlı İmparatorluk başkenti olarak dünya tarafından tanınan bir kentimizdir. Ama bizim başkentimiz bir- DEVRİM BAŞKENTİ- olarak Ankara’dır. Ve dünyada “Devrim Başkenti” olan tek ülkedir. – Dergide de belirtildiği gibi 2002 senesinden beri tüm ulusal toplantılar, yabancı konukların kabulü, kongreler ve uluslar-arası ilişkiler ve görüşmeler Ankara dışına taşınmıştır. Artık tüm görüşmeler İstanbul’da gerçekleştirilmesi bile Ata mirasımızı nasıl hor kullanıldığımızın kanıtıdır. Bundan şu sonuç çıkmıyor mu? Emperyalistlerin amacına hizmeti körükleyen, ülkeyi teokrat rejime hazırlama, ülkeyi daha da gerilere taşıma ve – Osmanlıyı kurma – hayalleri midir yoksa? Yoksa tarih tekerrür mü etmekte? Aklımı teslim alan bu sorulardan uzaklaşıyorum ve yeniden 1914 ve 1920 yıllarında kendi kalemiyle anılarını bizim yazım sayfalarımıza serpen o yüce insanın yazdıklarını okumaya yöneliyorum. (**)-İSTANBUL İNGİLİZLERE TESLİM OLMUŞ MECLİSİ MEBUSAN FESHEDİLMİŞTİ- M.Kemal’in korktuğu başına gelmişti. İstanbul sokakları itilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlılarıyla sıralanmış, denizi karadan görmek mümkün değildi. Halk zorunlu olmadıkça evlerinden çıkamaz hale gelmişti. Çıkanlar çeşitli hakaretlere ve tecavüzlere uğruyorlardı. İnsanlar evlerin duvar diplerinden sinerek, korkarak yürüdükleri gibi koca İstanbul adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü. Meclisi Mebusanı padişah dağıtmış artık İstanbul kaderine teslim olmuştu. (**)“…Bir gün Akaretlerde annesinin evindeyken kapıyı İtalyan askerleri zorlamış. M.Kemal aşağı indi, kim olduğunu bildirip yukarı çıkmamalarını istedi. Onu çok sinirli gören subay: -Biz böyle emir aldık, yerine getirmeye mecburuz, dedi. -Size bu emri veren kimdir? ** Amacım, ne gözü yormaktır, ne de yürekleri dar tutmaktır: İşte bu nedenle araştırma ve derlediğim yazıma burada ara vermeyi uygun buldum. Bundan sonraki bölümlerde Mustafa Kemal’i daha yakında tanıyacağız ve Türk halkının tutsaklığa nasıl sürüklendiğini göreceğiz. O yüce insanın da yurdumuzu düşmandan, işgalden kurtarma ve -Bağımsızlık, Cumhuriyet- meşalesini de nasıl ulusça yakacağımıza hazırlık hayallerini birlikte okuyacağız. -Devam Edecek – Yazan ve Derleyen: Emine PİŞİREN Edebiyat Galerisi Net Genel Yayım Yönetmeni Yazım Tarihi: 2012-2013 Kaynak: -(*) Mavi Bakış Dergisi (Urla ADD) 2012 Ekim 14. Sayısı-Sayfa: 2-3 -(**) Kaynak: Kaynak Yayınları-Atatürk’ün Bütün Eserleri Cilt II ve Cilt III – Uşak Belediyesi Arşivlerinden, “Cumhuriyeti Biz Böyle Kazandık” isimli Uşak Belediyesi Kent Müzesinde sergilenen fotoğrafı…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir