MUSTAFA KEMAL’İN KENDİ KALEMİNDEN ANILARI VE MEKTUPLARI
-2.Bölüm-
(1914-1919)
Emine PİŞİREN
“…İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruşundadır.”
Lev Tolstoy
Nazır Beyefendinin, Anafartalar ve Arıburnu Kahramanı Mustafa Kemal’i makamına kabul etmesini geciktiren asıl sebep, belki sakındığından, belki de zaman kazanmak istediğinden midir, bilemeyiz ama aziz liderimizin de bu nahoş durumu nasıl karşılayacağını merak ederek okuduğum satırlardı. Yüreğimi hüzünle kasan satırları okurken sabırsızdı gözlerim.
Nihayet Nazım Hazretlerinin odasına teşrif eden Mustafa Kemal, o muhteşem bürosuna girdikten sonraki gelişmeyi buyurun birlikte okuyalım:
“…Nazır Beyefendi beni ayakta ve iltifatla kabul etti. Ve bana askeri vaziyetin, dâhili vaziyetin, genel siyasi vaziyetin çok parlak olduğundan parlak bir lisanla bahsetti. Nezaketen teşekkür ettim, yalnız bazı görüş ve düşüncelerde bulunup bulunmayacağımı sordum:
-Hay hay efendim, dedi.
Dedim ki:
-Ben vaziyeti hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyorum. Genel vaziyetimizin sizin izah ettiğiniz gibi olmasını çok temenni ederdim. Fakat ben en çetin ve en zor netice alınabilen bir harp sahasından ve o sahanın kumandanı olarak İstanbul’a geliyorum. Eğer lütfeder de beni bir saniye dinlerseniz minnettarınız olurum.
-Lütfen efendim, buyurdular. Devam ettim:
-Beyefendi, vaziyet sizin gördüğünüz gibi parlak değildir. Siz ki devletin sorumlu idarelerinden bir kısmını üzerinize almış bir zatsınız, eğer şunun bunun ifadesine itimat ederek siyaset kullanmakta devam ederseniz, mevcut tehlike genel tahminin de üzerinde olur.
Cevap verdi:
-Beyefendi, ne demek istediğiniz anlayamadım.(Bunu söylerken de çok ciddi bir amir tavrı takındı.)
Mütevazi bir lisanla izah ettim:
-Memleket ve her şey mahvolmak üzeredir. Siz bunu henüz fark edemediğinizi söylüyorsunuz. Estağfurullah, böyle demeyin, siz her şeyi biliyorsunuz da, beni yabancı ve acemi bir adam kabul ederek, bu acı hakikatler üzerinde benimle açık konuşmaktan kaçınıyorsunuz.. Hakikati konuşmaktan korkmayınız; hakikat sizin dedikleriniz değil, benim dediklerimdir.
Çok sert ve ciddi tavırla şu karşılıkta bulundu:
-Kumandan Bey, biz size hürmet ettik. Çünkü bize dediler ki Arıburnu ve Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal Bey hizmet etti, bunun için zatıâlinizi buyur kabul etmek istemiştim.. Fakat bugün bana bahsettiğiniz şeylerin başka manada olduğunu hisseder gibi oluyorum.. Beyefendi bu konuların ve eleştirilerin makam ve muhatabı ben değilim. Ben ordu başkumandanına, onun erkânı harbiyesine, bütün bakanlar kurulu ile beraber derin ve sarsılmaz bir itimat taşıyan bir nazırım. Sizin tereddütleriniz olabilir, sizin vakıf olmadığınız hakikatler bulunabilir, ben size bunları izah etmekte mazurum. Eğer siz buraya şüphe ve tereddütlerinizi gidermek için gelmişseniz, yanlış yere geldiğinizi ihtar etmek mecburiyetindeyim. Başkumandanlığa ve Erkânıharbiyesine müracaat ediniz. Hiç şüphe etmem ki orada size lüzumu kadar, ihtiyacınız kadar aydınlatmaya muktedir kişiler vardır.”(sf: 21-22)
**
Mustafa Kemal memleketin ve milletin gelecekteki acı felaketlerle nasıl karşılaşacağını çok önceden görmüş ve acil önlem alınması gerektiğini dile getirecek mevki bulamamanın acizliğini yaşıyordu. O büyük ve dahi insan milletinin bağımsızlığı için savaşmış düşmanı hezimete uğratmış bir komutan ki şimdi nedense hafife alınıyordu. Nazırın sert tutumu karşısında düşüncesini açıkça haykırmış ve nezaketini de korumuştur.
İsterseniz bundan sonraki bölümü gelin okumaya devam edelim:
“…Bana yol göstermek nezaketinde bulunduğunuz için size teşekkür ederim. Yalnız müsaadenizle şunu arz ederim ki, evvela ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim. Ben ordu ile çok küçük subaylıktan beri derinden temasa gelmiş bir askerim. Başarılı bir kumandanım. Türk ordusunu, onun faziletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini benim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, tesadüfle kumandan olmuş bir adam gibi kabul ettiğiniz için üzgünüm. Bununla birlikte sizi mazur görüyorum, zira bütün hayatınızda, hatta şimdiki önemli siyasi vazifenizde bile henüz hakikatle temasa gelmiş bir zat değilsiniz. Bana bir şey tavsiye ettiniz ki ben onu yapamam. Başkumandanlık vekâletine ve Erkânıharbiyesine müracaat etmek, tereddütlerimi gidermek! Beyefendi farkında değil misiniz ki artık bu memlekette Milli bir Erkânıharbiye yoktur. Bir Alman Erkânıharbiyesi vardır. O Alman Erkânıharbiyesi ki, Türk Ordusunda ilk icraat olarak benim gibi asi bir askeri tardetmek kararına vardı. Beni o heyete mi gönderiyorsunuz?
Birkaç gün sonra işittim: Bu nazır beyefendi, benden vekiller heyetine şikâyet etmiş, hatta cezalandırılmamı talep etmiş. Kahkaha ile güldüm. Evet, o zaman herhangi bir Mustafa Kemal, böyle içi dışı çürümüş, soysuzlaşmış bir sülalenin ismi “padişah” olan reisine arkasını vererek kendini kuvvetli zanneden bir heyet tarafından kolaylıkla cezalanabilir anlayışı geneldi. Onlar bir şeyi yapabilirlerdi: O da o gün hakim oldukları süngüye ve hayvanlığa dayanarak Mustafa Kemal’i yakalamak ve asmaktı. Hâlbuki o gün isyanımın bütün millet arasında duyulmasını nimet sayardım. Onlar buna cesaret edememişlerdir. Niçin? Zannederim ki, yapabileceklerine emin olmadıklarındandır!” (Cilt III-sf:23)
**
Mustafa Kemal’e bu tepki nedendi? Saray erkânının ve yönetimin başarılı bir kumandanı neden görmezlikten geliyor ve onun yanında yer alan sevgi saygı besleyen bir kişiyi ölümle cezalandırıyorlardı? Kimdi bu kişi? Bu soruların yanıtını gelin yine Mustafa Kemal’in kendi ağzından dinleyelim:
“…Yakup Cemil’in idam sehpasına gitmesine biraz da sebep olan şey Bursa’da ihtilal arkadaşlarıyla bir görüşme yapıyor, diyor ki;
“Büyük sandığımız adamlar çok küçükmüş, vatanın selameti için bunları öldürmek lazımdır. Bunu ben yapacağım.”
Daha ılımlı inkılâpçılar kendisine soruyorlar:
“Öldürmek kolay, fakat vaziyeti ıslah edecek kim?”
-Mustafa KEMAL, ismini telaffuz ediyor.
Bu zavallı bu sözleri söyledi, diye asılmıştır.”(Cilt III-Sf. 23)
**
Anafartalar Kumandanı halen hangi vazifeye atanacağını bilememektir. Endişe ve kuşkularını gideremediği gibi hakkında bir olumlu söz bile kişiyi idam sehpasına yolluyor olması onu daha da yeise sürüklemişti. Ülkenin askeri ve siyasi yönetimi bir Alman Generalinin komutasında olması askerlik ve iç siyasetimiz açısından usul ve yanlış hareket General Falkenhayn ile tartışmasına neden olmuştur. Ne yazık ki, vaziyet bu kadar ciddi ve vahim bir durumda iken Mustafa Kemal istifa etmek istiyor. Ve bu isteğini üst makamlara bildiriyor.
Tabi bundan sonraki gelişmelerde duruma hakim olmaya çalışan yine Alman Generali oluyor. Ve Mustafa Kemal’i Diyarbekir’de bulunan 2. Ordu Kumandanlığına tayin ediyorlar. Ama O bu emrivaki görevi reddediyor, bu kez de onu bir ay müddetle izinli olduğunu bildiriyorlar.
Cepheden cepheye koşan, çizmelerindeki tozlarını dahi silmeye vakti olmayan bir kumandan Halep’teki mevki ve vazifesine son verildiği sıralarda cebinde tek krş bile olmadığını kendisi dahi bilmiyordu. Onun ne parayla ne servetle işi olamazdı. O uzaklardan vatanın nasıl işgal edildiğini ve nasıl tehlike içine düştüğünü görüp üzülmekteydi.
Bundan sonraki bölümde yine kendi ağzından, kaleminden hatıraları aktarmaya devam edeceğim.
Aziz ruhları şad olsun.
Sevgiyle
Emine PİŞİREN
Edebiyat Galerisi Net
Genel Yayım Yönetmeni
Kaynak: Kaynak Yayınları-Atatürk’ün Bütün Eserleri Cilt II ve Cilt III