NEDENSE HEP YALAN SÖYLÜYORUZ? “Kimseye göstermem üzüntümü; gündüz gülerim, geceleri yalnız ağlarım. O.Atay” Daha düne kadar Oğuz Atay’ın sözleriyle gönlümü oyalamıştım. Oysa Fransızların uzun solukçu yazarı Jean-Christophe Grange der ki;: “…Huzurun olmalı biraz ve seni güçlü kılacak kadar acın” Ve yüreğimizi dış etkenlerden korumak adına şöyle bir öneride bulunur: “Biraz garip ama; Bazen kimseye aldanmayacak kadar taş kalpli olmalısın Evet, eğer ki yaşam boyunca Jean-Christophe Grange’ın bu söylemine kulak verip, onun sözlerini dinlemiş olsaydım; belki de daha az acıyı gönlüme konuk ederdim. – Bir yazar olduğunuzu düşünün. Uzun zamandır kurgusunu hazırladığınız, üç ay boyunca flash bellek üzerinden yazdığınız bir eserinizin geri dönüşümü olmayan bir tuşla yok ettiğinizi düşünün. Yedeklemediğinize üzülmez misiniz? Tanıdığımız biriyle karşılaştığımızda merhaba-günaydın-iyi günler, vb sözcüklerden sonra “nasılsın?” soru sözcüğüne genelde “iyiyim, sen nasılsın?” yanıtı verdiğimiz olur. Oysa iyi değilizdir. Ya o gün aile fertlerimizden biriyle tartışmışızdır, Ya sosyal yaşamda ayağımız bir taşa çarpıp düşmüşüzdür, canımız yandığı halde dişlerimizi sıkmaktayız, Ya hasretine türküler yaktığımız en sevdiğimizin(kızımız, oğlumuz, dostumuz, akrabamız, aşkımız, vs) vedasız gidişleri içimizde onulmaz acısıyla gönül iklimimiz kışa dönüşmüştür, Ya en sevdiğimiz biri hastalanmış, onun çaresizliğine üzülüp, yangınlarını söndürmekle uğraşıyoruzdur, gri dumanlarda soluk alamıyoruzdur, Ya kredi borçlarından, ödeyememekten bunalmışsınızdır, Ya en sevdiğinizin veya sizin bir hafta öncesine kadar çalıştığı işinden ayrılışının hüznünü yaşıyorsunuzdur, Ya ihanetin en şiddetli hançeri hala yüreğinizde saplıdır, Vs..Vs…Vs… Bu ya, ya’lar sürüp gider de biz yine “sağ ol iyiyim” demeye devam ederiz. Şimdi söyleyin sizce gönlümüzün iklimi hazan ve kışa dönüşmüşken nasıl baharları yaşıyorum dersiniz? Bu yalanın en alası değil midir? Ya da tozunu alıp yüzünüze taktığınız bir maskelerden biri olmasın?! Desenize açıkça ve dürüstçe İYİ DEĞİLİM diye? Anladım… Siz mutsuz rolü oynayıp, karşınızdakini incitmekten sakınıp ona MUTLU rolü oynatıyorsunuz… Işık içinde uyusun, şiirin üstadı Can Yücel bile dayanamamış ki, iç isyanını dışa bakın nasıl yansıtmış: Bi hayli kırgınım. Kime olduğunu, neden olduğunu bilmeden. Belki hayata, belki kendime, belki de dilimden düşmeyen keşkelere . Yaşam eğrisiyle doğrusuyla devam ederken belki de bizde Cemal Süreya gibi usanıp asi direnişe geçeceğiz: Üzülme değmez sözünü duymaktan sıkıldım. Değmeyenlere zaten üzülmem. Üzüldüğüm şey; Değmeyenlere yüreğimin değmiş olması.” Kanımca en doğrusunu açıkça/dürüstlükle itiraf etmiş, Can Yücel. Dünya, nasıl olsa KADER denilen oyun yazarının/rejisörünün sahnesi değil mi? Ve o sahnede ölümler, açlıklar, felaketler, bireysel/toplumsal sorunlar içinde yaşarken biz nasıl iyi olabiliriz? Siz yine de İYİYİM demeye devam edin. Unutun yukarıdaki “Yalan söylüyorsunuz” diye sizi suçladığım sözlerimi..! Belki de MUTLULUKLARI ve HUZURU bulaştıran siz olursunuz. Aksi halde Oğuz Atay gibi geceleri yastığımızla söyleşip, onu yürek özlerimizle ıslatmaya devam edeceğiz: Belki de bir terapiste gidip: “Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor. Anlıyor musun? “ diye derman arayacağız belki de bir doktordan. Biz en iyisi Oskar Wilde’yi dinleyelim, ne dersiniz? Böylece kendimize ve karşımızdakine saygımızı sürdürmüş olacağız: “Dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin. Bu kolaydır; ama dostun başarısına sempati duyabilmek, sağlam bir karakter gerektirir.” Hadi bana sorun şimdi: “Nasılsın Emine ?” diye… Şiirle kalın.
